Anlamak
Dünyanın her yanında insanların en kolay yaptıkları şey,
insanları anlamak değil yargılamak. Yani birbirimizi değer yargılarımız
üzerinden puanlamak…
Rahmetli dedem uzun sakalı ve kafasındaki takkesiyle dünyaya
çok geniş bakan bir adamdı. Çok asri görünümlü bir komşumuzun kızının dini
nikâhını kıymak için çağrıldığında, kadının dünyadaki değerini çok güzel
örneklerle anlatmış ve gelin gözyaşlarını tutamamıştı. Seyahatlerimizi
anlattığımızda ailedeki diğer kişilerin biraz tedirgin gözlerle bize bakmalarına
karşılık;
“Allah Kuran-ı Kerim’de küre-i arzı sizin emrinize verdim,
imar edin, faydalanın diyor; dolayısıyla dünyayı gezin, tanıyın” derdi. Kendisi
otobüsle yaptığı hac yolculuğu dışında yurt dışına çıkmamıştı!
Geçen hafta Avrupa Göğüs Cerrahisi kongresi ve sonrasında
eğitim toplantıları nedeniyle Napoli’ye uzun bir seyahat yapmak durumunda
kaldım. Dünyada favori ülkelerinizi sayın deseniz, İtalya ilk üçte yer alır.
Allah Akdeniz bölgesine her şeyi vermiş, coğrafya ise
coğrafya, iklimse iklim, verimli topraksa en verimlisini… Dönüşümüzden bir
önceki gece, Napoliten (Napoli’li bir aileden gelen demek) Dr.Stefano Elia,
bizi Kral’ın sarayında ağırlayarak, hem muhteşem bir akşam yemeği verdi, hem de
Napoliten kültürü tanımamızı sağladı. İtalya 1945’te Mussolini’den sonra,
Cumhuriyet olarak devam etme kararı almış. O zamana kadar kraliyet ailesi
etkinliğini bir şekilde devam ettiriyormuş.
Yemekten önce ve sonra sarayı gezme imkânı bulduk.
Dolmabahçe benzeri, bir saraya göre mütevazi sayılabilecek bir binada bizi
ağırladılar. Sarayın yanında 1737’de açılan dünyanın en eski opera salonu
(Teatro Di San Carlo) vardı. Hala 1000 kişilik muhteşem bir salona sahipmiş. Sarayın
dış duvarları gösterilerin ilanlarıyla doluydu.
Keyifli bir yemekten sonra laf döndü dolaştı ve Napoli’de ortaya
çıkan yeni arkeolojik bulgulara ve şehir kültürünün çok eskilere dayandığına geldi.
Bir kilisenin altında yapılan kazıda, yeni bir katakomb
(yani duvarlarında ölülerin yattığı tünel mezarlık) bulunmuş. Hristiyanlığın
ilk dönemlerinden itibaren böyle bir mezarlık kültürü gelişmiş. Bulunan
mezarlığın 1600’lü yıllarda Napoli’de hâkim olan İspanyollara ait olduğunu
söyledi.
Özellikle zengin ve soyluların olduğu bu mezardaki çok özgün
bir durumu ayrıntıları ile anlattı. Kişi öldükten sonra cesedi oturur
pozisyonda bir odaya konuluyormuş ve vücudunun alt bölümlerine birçok delikler
açılarak doku suyunun akması ve cesedin kuruması sağlanıyormuş. Ceset tamamen
kuruduktan sonra kafası bedeninden ayrılıp, bedeni kemikleriyle birlikte
kaldırılıyormuş. Kurumuş kafası ise duvarda açılan bir boşluğa görünecek
şekilde gömülüp, duvarın kafasından aşağıdaki kısmına o kişinin bedeninin
giyinik güzel bir resmi yapılıyormuş. Hatta “ölüm bizi ayırıncaya kadar” sözünü
boşa çıkarmak için, karı kocanın kafatasları yan yana duvara yerleştirilip,
aşağıda çizilen vücutları el ele tutuşturuluyormuş.
Günümüz İtalya’sında mezarlık geleneğinde iki yöntem varmış.
Kişi zenginse katlı mezarlık içerisinde, mermer bir çekmecede tabutun içinde
tutuluyormuş. Durumu o kadar iyi olmayanların ise cesetleri çekmecelerde 18 ay
toprağa gömülüp, sonra açılıyor ve kemikler mermer bir kâsenin içine
toplanıyormuş. Eğer ki ceset çürümemişse 18 ay daha bekleniyormuş.
Toplantıdaki Romen dostumuz ise, Romanya’nın bazı bölgelerinde
cesetlerin 5 yılda bir papaz eşliğinde çıkarılıp kemiklerin tozlarının
alındığını söyledi!
Yunanistan’da ise bize benzer şekilde kişinin toprak altında
yatması çok önemliymiş. Ama farklı olarak ceset süslenip, püslenip,
giydirildikten sonra tabuta yerleştiriliyormuş. Başın etrafına bağ ve uygun
yerlere pamuk işleri onlarda da varmış!
Bazıları kulağınıza çok korkunç geldi ve tüyleriniz diken
diken oldu değil mi?
Ama bunları dinlediğimde ilk aklıma gelen “Ne felaket
kültürleri var!” sözü olmadı. Bunların zaman içerisinde gelişen, paganlıktan
kalan, iklimden etkilenen, toplumun kültürel ve dini geleneklerinden, ölüme ve ölüye bakışından kaynaklanan
alışkanlıklar olduğu aklıma geldi.
Şunu da geçmeyelim ki, bana göre ölüm konusunda İslam dinindeki
sadelik ve sahicilik başka hiçbir dinde yok. Bir büyüğümüzün sözündeki sadelik
gibi;
“Allah bana nasip etsin bir çivisiz tabut!”
“Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” sorusunun cevabı böyle
anlarda ortaya çıkıyor. Senden farklı olanı yargılamak yerine anlamayı
öğreniyorsun. Anlamak ise tolere edebilmeyi getiriyor.
Şimdilerde sadece gemileri yürütmesi ve askeri zaferi ön
plana çıkarılan Fatih Sultan Mehmet’in, 3000 Rum aileyi, Ermeni ve Rum Ortodoks
Patriklerini bu muhteşem şehre yerleştirirken gösterdiği anlayış, tolerans ve
yüzyılları aşan öngörüsünden hiç bahsedilmiyor!
Dr.Elia’nın akşam yemeği davetinden önce sekreterinden şöyle bir mail almıştım. “Dr.Elia sizi de yemekte görmek istiyor. Özel diyetiniz konusunda hassasiyet gösterilecek.” Yemekte domuz eti yoktu…
Neredeyse 300 yıllık Teatro di San Carlo...
Hazırlanan sade, fakat bir o kadar muhteşem sofra. Dr.Stefano Elia ve nazik eşi.
Yorumlar