Baba Hasreti
Kaybedilen ebeveyn hasreti çok değişik bir duygu… Bazen
alevleniyor, bazen külleniyor, ama içeride bir yerlerde olduğunu her daim
hissediyorsun.
Geçenlerde Ahmet Ziyaettin Gümüşhanevi Hazretlerinin
“Muhabbet Risalesi” kitapçığını okudum. Gerçek manada sevmenin, ne demek
olduğunu anlıyorsunuz… Tanıdığınız ve bildiğiniz bir kişiye duyduğunuz sevgi ve
hasret başka, hâlbuki hiç tanımadığınız, görmediğinize muhabbet ve hasret
başka. İsimleri de, tarifleri de başka…
Babamın bu âlemden ayrılması neredeyse 1 yıl olacak. Zaman
su gibi akıyor. Allah bilir ne zaman, ama elbet kavuşacağız. Gönlümdeki hasret
ile bu yılı anmak istiyorum;
İlk önce konuşmayı, sohbet etmeyi özlüyorsun. Sohbet
kaybolunca muhabbetin eski canlılığı kalmıyor. Gülümsemesi, hüzünlenmesi,
kızgınlığı, neşesi hepsi o sohbetin birer parçasıymış. Muhabbetin en önemli
kaynağı sohbetmiş. Peygamberimiz ile Eshabının arasındaki akıl sır ermez,
ulaşılamaz muhabbetin şifresi olan sohbet… Yine çok güzel söylediler, kaynaktan
uzaklaştıkça, zaman geçtikçe, sohbetten bir şeyler eksiliyor, içeriğinden bir
şeyler kayboluyor, etkisini yitiriyormuş.
Sonra danışmayı, fikrini sormayı özlüyorsun. Karar vermek en
zor işlerden biri… Karar almak tecrübe ile doğrudan ilişkili. Senden daha
tecrübeli, seni kendinden daha çok seven ve sana karşılıksız öğüt verebilecek,
tecrübesini paylaşacak başka birisini bulabilir misin?
Ayrıca yoklanmayı, kontrol edilmeyi özlüyorsun. Seni arayıp,
her şey yolunda mı diye sorması aklına geliyor. Seninle gurur duyması,
gereğinde azarlaması, eleştirmesi ve yönlendirmesi, hepsi meğer o karşılıksız
sevginin bir parçası imiş diye düşünüyorsun.
Bakışını özlüyorsun. Gözlerini kaçırmayan, samimiyetsizlik
sezmediğin, ne istersin canım evladım der gibi bir bakışla bakar. Üzüldüğünde,
sana kırıldığında dahi gözlerindeki o ışık ve şefkat yok olmaz.
Ve tabii ki ona sarılmayı, elini öpmeyi, onu hissetmeyi
özlüyorsun. Sana canım evladım diye dokundurduğu bir öpücük yeterli değil mi?
Hele de kokusu siner eşyalarına, o kokuyu her zaman hatırlarsın.
…
Daha fazla üzmek, üzülmek istemiyorum, ama hasret içimi
yakıyor, gözyaşlarıma hâkim olamıyorum.
Sonra babamın vefatı öncesinde ve esnasında olan olaylar
aklıma geliyor.
Tüm kırgınlıklarını bitirip gitmesi,
Beraber en sık iftar ettiğimiz Ramazan ayını geçirmesi,
Bayramda anneme dünyadaki tüm görevlerini bitirdiğini,
gönlünün çok rahat olduğunu söylemesi,
Dört gün öncesinde beraber yürüyüşümüzde dedemin vefatı
sonrası her akşam Yasin okuduğunu, neredeyse ezberlediğini söylemesi,
İnançlı bir Müslüman olarak ölümünden birkaç saat önce
abdestini almış, dualarını okumuş olması,
Saniyeler içinde hiç acı çekmeden ruhunu teslim etmesi
geliyor…
İşte o zaman hasretim bir nebze hafifliyor, içim rahatlıyor ve şükrediyorum. Geriye
bıraktığı gurur duyacağımız bir isim ve manevi mirasa ve bu dünyadan göçüş
sürecine şükretmemenin nankörlük olduğunu düşünüyorum…
Hasretimin denizde bir damla olduğunu, bu hasretin mislini
yaşayan nice gönül insanları olduğunu düşünüyorum…
Hasret kavuşana kadarmış. Kavuştuktan sonra onun adı gerçek muhabbet oluyor. Yerden bir damar gibi kopup fışkıracağımız, her tarafımızın bitişeceği, ismimizle çağrılacağımız meydanda buluşana kadar hasret çekeceğiz…
Yorumlar