Şerefeddin Sabuncuoğlu- Yüzyılları Aşan Cerrah
Tarihte
pozitif bilim ve tıp alanında çok büyük insanlar yetiştirememiş bir toplum
olduğumuz iddia edilir. Doğru, özellikle son üç yüzyıl ve sanayi devrimi
sonrası dönem düşünüldüğünde. Ama daha öncesi, o dönemdeki katkıların hiç mi
değeri yok?
Cerrahların
kendi aralarında herkesin anlayamadığı özel bir dilleri vardır. Bu dil sadece terminoloji değil, hastalara
yaklaşım, onların halini ve hastalıklarının derecesini ifade etmekte kullanılan
bir kod gibidir. Bir cerrah başka bir
cerraha hastasından bahsederken, sanki aynı şeyleri kendisi yaşıyormuş gibi
hisseder.
Bu
öyle bir empati ki, aradan yüzyıllar geçse iyi bir cerrahı yazdıklarından,
ifadelerinden anlayabilirsiniz. İşte
Şerefeddin Sabuncuoğlu (1385-1470?) böyle bir cerrah. 14.asırda doğmuş ve 80 küsür yaşındayken,
Türk-İslam tarihindeki ilk resimli cerrahi kitabını yazmış olan bu büyük
cerrahın o muhteşem kitabını (Cerrahiye-tül Haniyye) okurken böyle hislere
kapılıyorsunuz. O devirde Anadolu Türkçesiyle
bir tıp kitabı yazması ise ayrı bir yücelik.
TRT
2’de Türkiye’nin yetiştirdiği bir başka büyük değer olan Münci Kalayoğlu
hakkında bir program vardı. Kendisi
karaciğer nakli konusunda dünyadaki en ünlü cerrahlardan biri. O programda aşağıdaki ifadelerle cerrahinin
insana ne kadar büyük bir sorumluluk yüklediğini söyledi;
“... bir gün kendi
hastanemden başka bir hastanede küçük bir ameliyat [ameliyatın yanılmıyorsam
fıtık ameliyatı olduğunu söyledi] yapacağım.
Fakat öyle heyecanlıyım ki, ameliyat ne kadar küçük olsa da bir kıdemli
abimin yanımda durmasını istedim... O
yüzden saçlarımdaki her beyaz telde hastaların stresi vardır....”
Bir
dönem üst ihtisas için gittiğim Boston’daki Brigham and Women’s Hospital’da
ameliyat arasında öğle yemeği yerken, hastanenin kıdemli ve en iyi genel
cerrahlarından biri olan Robert Osteen’in bizlere söyledikleri hala
kulaklarımda:
“ Cerrahi ilginç ve
zor bir meslek çocuklar... Dünya
üzerinde herhalde bu kadar sorumluluk alıp, yaptığın işin doğru veya yalnış
olduğunu bu kadar çabuk öğrenebildiğin başka meslek yoktur. Öyle bir iş yapıyoruz ki, hasta ameliyattan
çıkar ve her şey kötü gider, o zaman hata yaptığını anlarsın...”
Bu
devirde bizler bilginin çoğaldığı, olgunlaştığı, çok kolay ulaşıldığı, tecrübenin
arttığı, her türlü alet edevatın bulunduğu modern ortamlarda ameliyatlar
yapıyoruz; bir de 600 sene öncesini düşünün.
Fakat iyi bir cerrah ve erdemli bir insan her devirde anlaşılıyor, sonra
gelen nesillere örnek teşkil ediyor.
Sabuncuoğlu’nun kitabındaki şu öğütler silsilesi bir Hipokrat yemini
olacak kadar faziletli değil mi?
“Bu sınaat [sanat]
içinde çok dürlü mizaclara tuş olursın [karşılaşırsın] ve müşkil marazlara [zor
hastalıklara] muttali olursın [bilgi-görgü sahibi olmak]. Bir işi hor görüp adunı yavuz itmeyesin,
akibeti mahmud [sonu iyi] olmayan hastaya el urmayasın, dünyasına tama (tamah)
idüp gendüzini [kendini] halk katında aziziken hor itmiyesin. Elbette ragbetünden ve hırsundan insafun
artuk gerekdür...”
Şerefeddin
Sabuncuoğlu 1468 yılında yazmış olduğu “Cerrahiyetül Haniyye” isimli kitabında
o dönemde tedavi ettikleri bütün hastalıkları anlatmış. Hatta birçok bölüme birer minyatür ekleyerek cerrahi
işlemleri resmetmiş. Bu kitabın orjinalini 1996 yılında Fatih Millet
kütüphanesinde inceleme imkânı bulmuştum. İkinci kopyası Bibliotheque
Nationale’dedir. Prof.Dr.İlter Uzel’de kitabın çok güzel bir tıpkı basımını yapıp,
latin harfleriyle yayınlamıştır.
Bir
süre bu eserin, Batı dünyasında cerrahinin babası olarak bilinen Ambrois Pare’ı
etkilemiş olan ünlü Endülüslü Arap cerrah ez-Zahravi’nin et-Teşrif kitabının
tercümesi olduğu iddia edilmiş. Fakat son incelemeler gösteriyor ki,
Sabuncuoğlu o kitaptan yararlanmış olmakla beraber, kendi hastaları,
tecrübeleri ve yaptığı işlemleri de ekleyerek yeni bir kitap yazmış. Nitekim
farklı yazarlar tarafından yazılmış o dönemin hastalıkları ve tedavilerini
anlatan metinleri incelediğinizde aralarında çok büyük farklar olmadığını,
farkların sadece vaka tecrübelerinin ve nadiren yeni tekniklerin ifadesinde
olduğunu görüyorsunuz.
Sabuncuoğlu’nun
kitabında trakeostomi (Üst solunum yolu aniden tıkanan hastayı kurtarmak için
soluk borusuna kesi yapılarak ciltten açıklığın sağlanması) ameliyatını
anlattıktan sonra kendi hastalarından birini şöyle anlatır:
“...müellif-i kitab
(kitabın yazarı) Şerefeddin eydür (der ki) ben dahı şöyle müşahade itdüm
(gözlemledim) kim bir sipahi (süvari) bir raatını (işçi) öldürmiş ol ölen
kişinün hemşiresi (kızkardeşi) varımış gelip iklimün padişahına, çağırdı ol
sipahiyi hazır idüp şer-ile (şeriat hukuku ile) sordurdı ol sipahinün üzerine
kan isbat oldu; eyle olsa padişah hükm idüp ol sipahiyi kısas içün avretün
(kadının) eline virdiler ol avret ol sipahiyi basdı boguzlarken halk çağırdılar
(bağırdılar) ol avrete başı katı (kötü) kanır (kanıyor) diyü pes itdü, gitdi,
bir nice saat geçdüginden sonra at ile geldüm ol bogazlanmuş kişinün üzerine
uğradum gördüm ki ol kişi gözin açmış bakar beni göricek gözin yumdu eyle olsa
ben atdan indüm başını kaldurup boguzına bakdum hancere (Larenks) kesilmiş
boyun tamarları (damarları) sagıdı (sağlamdı)..... bir müddet sonra bazar
(Pazar) içinde bir kişi gelip elim öpüp başıyla beni esenledi ben eyitdüm ne
kişisin seni bilmedüm didüm başını yukaru kaldurdı boguzına nazar itdüm gördüm
bir gümiş lüle düzdürmiş boguzina baglamış nefesi ol lüleden çıkardı kuş avazı
gibi eyle olıcak bildüm kim ol boguzlanan kişidür aldum ol kişiyi varıp
cirahatin (yara) kanatıp dikdüm ta kim bitdi halas buldı (iyileşti)
bi-iznillah...”
Kitabın
el-ayak kesmeye ilişkin bölümünde ise çok ilginç iki hastayı anlatmaktadır:
“...Ben bir Ermeni
oğlanı gördüm bir barmagı ayagı barmaklarından kesmege razı olmadı andan sonra
ol fesad (iltihab) ayagı üzerine çıkdı yine kesmege razı olmadı fesad baldırına
çıkdı baldırını ortasından üzdi düşürdi oglan helak oldı...”
15.yüzyılda
değişik milletlerden insanların Anadolu’da nasıl beraber yaşadıklarına ilişkin
bir örnek. Bir diğer vakada ise hatasını ve bundan nasıl ders alınması
gerektiğini anlatmaktadır, günümüzde herkesin yapmaktan kaçındığı şeyi...
“...müellif-i kitab
eydür (kitabın yazarı der ki) ben bir söz söyleyeyim kim misal olsun dir bir
kişinün ayagında bir cirahat vakı oldı (yara çıktı) şöyle ki size beyan idevüz
(bildiririz) ol cirahat (yara) kara od yahmış gibiydi evvel ayagınun baş
barmagına arız oldı ta kim ayagını tamamet tutdı katı (kötü) agrırdı ve yanardı
ben ol kişinün ayagını topugı mafsılından (ekleminden) kesdüm ta kim ol kişi
kurtuldı bu halün üzerine bir zaman geçdi andan sonra ol fesad (iltihap) yine
ol kişinün bir elinün şehadet barmagına düşdi pes kasd itdüm (bir şey yapmaya
gerek yok dedim) ol kişinün barmagına munsabb (karışan) hıltı (kanı) red ideyim
yani döndereyidüm (kesmeden kurtarayım) ne kadar bu babda say itdümse (vakit
geçirdimse) red olmadı (düzelmedi) bir barmagına dahi geçdi eyle olıcak beni
davet itdiler ol kişinün elini kes didiler pes razı olmadum kesmedüm kesicek
öle diyü havf (korku) ol kişi düşdügi sebebinden pes eyle olsa vardılar ol
şehrde bir kişi buldılar (Sabuncuoğlu hastanın elini kesmeyince hasta ölecek
diye korkarak başka kişiye gitmişler) ol kişinün elini kestürdiler bileginden
ol kişi ol illetden halas buldı (iyileşti) bu sözü bu kitabda yazdugumdan
muradum budur kim taliblere misal (öğrencilere örnek) ola bunun gibi iş vakı
olıcak (böyle bir durum olursa) bu tarik (yol) üzere amel ideler (yani vaktinde
müdahale etsinler)...”
Kitabını
o devirde çok güzel ve yalın bir Türkçe ile yazmasını ise şöyle açıklıyor:
“...bu kitabı Türki
yazdum. Türki yazdugum sol ecilden (nedenle) oldu kim Kavm-i Rum Türki dilin
söylerler...ohuyanları dahı Türki kitablar ohurlar...”
O
dönemde Avrupalı hekimler, Endülüs medeniyeti vasıtasıyla eski Yunan ve
Arap-İslam medeniyetlerinin bilgi birikimlerini literatürlerine
aktarıyorlardı. Fakat Bizanslı
hekimlerin tıp bilgileri Türk medeniyetinin gerisinde olduğundan Sabuncuoğlu
yazdığı kitabın özellikle eski Bizans topraklarında da anlaşılmasını istemiş
gibi duruyor. Çünkü kitabın yazılış
tarihi 1468; İstanbul’un fethinden sadece 15 yıl sonra... Akrabadin isimli diğer bir kitabının
önsözünde Rumların (Osmanlı topraklarındaki Bizanslıları kastediyor olabilir)
Arapça ve Farsça bilmediklerini, fakat Türkçe bildiklerini belirtmektedir.
Sabuncuoğlu’nun
kitabında bilimsel taassuba rastlamıyoruz.
Bunun en bariz isbatı Cerrahiye-tül Haniyye kitabında erkek ve kadınlara
yapılan cerrahi işlemlerin hiç bir kısıtlamaya uğramaksızın resmedilmiş
olmasıdır. Erkek ve kadınların cinsel
organlarına uygulanan cerrahi işlemler dahi resmedilmiştir. Resimlerdeki tek fark kadın hastalıklarında
kadın hekimlerin müdahale etmesidir.
Bu
büyük cerrahın hakkındaki 20’nin üzerinde makale, yurt dışındaki en muteber
dergilerde yayınlanmıştır. 1997 yılında
bu yayınlardan ikincisini (ilki Cerrahpaşa’dan çocuk cerrahisi teknikleri
konusunda yayınlandı) göğüs cerrahisi branşının en önemli dergilerinden Annals
of Thoracic Surgery’de yayınladık.
Nitekim daha sonra plastik cerrahi, genel cerrahi, üroloji, beyin
cerrahisi, kadın doğum, göz hastalıkları, diş hekimliği dallarında yayınlar
yapıldı.
Sabuncuoğlu,
Amasya Darüşşifasının (Şifa kapısı - Hastane) başhekimliğini yapmıştır. Ne mutlu ki yakın zamanda Amasya’da açılan
bir devlet hastanesine Şerefeddin Sabuncuoğlu’nun ismi verilmiştir. Fakat bunun yeterli olmadığı ortada. Sabuncuoğlu ismi ülkemizde batılıların
deyimiyle bir “Center of Excellence – Mükemmeliyet Merkezi” olması gereken ve
dünya tarafından gıpta ile bakılması gereken bir kuruma yaraşır.
Merhum
Prof.Dr.Erdal İnönü, hastanemizde verdiği bilim tarihi ile ilgili bir konferans
sırasında doğu toplumlarının geri kalmasının temel nedeninin Avrupalıların yeni
bilgi üretme yöntemini bulamamış ve uygulayamamış olmalarına bağlamıştı. Bu da esas olarak sermaye birikimi ve ticaret
sınıfının bilim ihtiyacı ile ilişkiliydi.
Özellikle
Amerikalı bilim adamlarının gelişmenin önünü açmalarında şu düşünce sistemi
yatmaktadır. “How can we make things
safer, easier and faster? – İşlerimizi nasıl daha güvenli, kolay ve çabuk hale
getirebiliriz?”
Sabuncuoğlu
aslında dürüst, çalışkan ve sorgulayan bir bilim adamı timsali olarak
karşımızda. Şöyle bir hayalin
gerçekleşmesi ne kadar baş döndürücü olurdu; Şerefeddin Sabuncuoğlu Cerrahi
Merkezi... Girişinde Şerefeddin
Sabuncuoğlu’nun Cerrahiye-tül Haniyye kitabının orjinalinin sergilendiği ve
çizimlerinin duvarlarını süslediği bir hastane.
Hastane cerrahinin en zor alanlarında, hasta bakımında ve araştırmada
dünyada öncü. En yeni cerrahi
teknolojilerin icat edildiği ve uygulandığı bir kurum.
Belloste’un
1713’te yazdığı “The Hospital Surgeon – Hastane Cerrahı” kitabında ifade etdiği
gibi:
“Bugün
için yeni olan bir şey elbet bir gün eskiyecektir; tıpkı daha önceden yeni
olanların bugün eskimiş olduğu gibi...
Maziye ait olanları değerli kılan geçen zaman değil, sadece içlerinde
saklı olan mükemmeliyettir...”
Yorumlar