Kabul Edilmek...

İnsanoğlu talep üzere yaşıyor. Bir şey talep ediyoruz ve bu talebimiz kabul görüyor veya reddediliyor. Kabul görmek için ise sevilmek gerekiyor. Sevgiyi nörobilimciler açıklamakta zorlanıyorlar. Neden seviyoruz? Neler bizi çekiyor, renk mi, görüntü mü, koku mu, hoş bir ses mi, yoksa bunların hepsinin birleşimi mi? Bunların hepsi beynimizin neresinde birleşiyor ve sevgimizi göstermemizin yolunu açıyorlar?

Az hata yapan kişileri insanlar severmiş. Hata ne kadar çok olursa size olan sevgi o kadar azalırmış.

Hayatımızda talep ettiğimiz şeyleri düşünelim. Acaba kabul görüyor muyuz?

Güç ve mevki talep ediyoruz, yeteneğimiz ve nasibimiz ölçüsünde elde ediyoruz. Çok zorlarsak insanların sevgisi düşmanlığa dönüşüyor. Bir tokat yiyoruz, kendimize geliyoruz veya gelmeyip daha çok dayak yemek için, daha da zorluyoruz.

Mal mülk talep ediyoruz, ticari zekâmız ve rızkımız ölçüsünde bir şeyler kazanıyoruz. El emeği, alın terimiz ile dürüst şekilde kazanırsak para bereketli oluyor. Yoksa çok gibi görünen mal mülk, fark etmeden elimizden kayıp gidebiliyor. İnsanların sevgisi azaldığında ve düşmanlık üzerine bir düzen kurulduğunda, mesela çevremizde olanları düşündüğümüzde, bir karışıklık çıksa ne malımız ne de mülkümüz para ediyor. Çulsuz, göçmen durumuna düşüyoruz.

Sağlıklı yaşamayı, hastalandığımızda doktorun bizi tedavi etmesini talep ediyoruz. Ama sadece tedavi etmekle kalmayıp teselli etmesini de bekliyoruz. Çok sağlıklı gibi görünen bedenimiz aniden bir alarm verip, ben artık yoruldum, sen sağlık talep ediyorsun, ama ben kabul etmiyorum durumuna geliyor. O zaman bedenimize iyi davranıp, uykusunu, gıdasını kıvamında verip sevgisini daim tutmak durumundayız.

Çoluk çocuğumuzun başarısını talep ediyoruz, yetenekleri ve zekâları ölçüsünde başarılı oluyorlar. Oysa önce onları dinlemeyi, dertlerini sormayı, sonra onlara insanları sevmeyi, doğru-yanlışı ayırt etmeyi, kitap okumayı öğretme konusunda tembel davranıyoruz. Oturuyoruz bilgisayarın başına, kendi sanal âlemlerimizde yaşıyoruz. Zamanın akıp gittiğini ve o ana tekrar dönemeyeceğimizi unutuyoruz. Oysa onların başarısı sınav değil, hayat başarılarıdır ve sevmeyi ancak sevgimizi gösterirsek öğrenebilirler.   

Uzun bir hayat talep ediyoruz, genetik mirasımız ve kaderimiz ölçüsünde yaşıyoruz. Bazımız ise beklenmedik hadiselerde, yaşlı genç demeden yaşamlarını yitiriyorlar. Yaşam süremizi belirlemek bizim elimizde değil… Ama hayatın bizi sevmesi için yaşamayı hak etmemiz lazım. Boşa geçirdiğimiz zamanları hesaplasak, bir ömrün en az üçte birine tekabül eder mi? O zaman yaşlandığımızda, zamanımız azaldığında, unutulmak korkusu içimizi sardığında ve hayatın bize nankör davrandığını düşündüğümüzde, biraz biz de bu hayatın hakkını verip vermediğimizi düşünsek…

Nietszche çok güzel söylemiş “Hayat” şiirinde,
“…
Sonra dedim ki söz ver kendine;
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı biliyorsan, düşmeyi de bileceksin,
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredeceksin.
Öyle hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım,
Öyle değerliymiş ki zaman, Hep acele etmem bundan,
Anladım.”

Kabul edilmek istiyorsan, önce sevecek, sonra talep edeceksin…



Friedrich Nietzsche (1844-1900)

Yorumlar

Unknown dedi ki…
sizden nietszche yorumları duymak çok hoş..sanırım haklısınız bencede sevginin kabul görmede çok büyük bir payı var.ama insanlar bazen yanlış insanları sevip büyük yanılgılara düşüyorlar.örneğin hitleri de milyonlar çok sevdi bir zamanlar..belkide gerçekten sevginin bir kokusu veya görünmeyen rengi vardır.nasılki, Freud psikanalizi ,et deri kemik dışında elle tutulamayan ama var olan olarak açıkladı,sanırım nietszche nin en büyük şansı freudun en yakın arkadaşı olmasındandır.ne kadar biligili olursak olalım dediğiniz gibi bazı şeyleri değiştiremiyoruz ..bizler kader veya alın yazısı diyoruz tıpta ne diyorlar bilemiyorum.ve yazınıza katılıyorum.saygılarımla.
h dedi ki…
Sevginin kalpten ve makul olanı ile patolojik olanı var... Patolojik olanına düşmemek gerekiyor.

Popüler Yayınlar