Beyin ve Kader
Freud’un ünlü bir sözüne rastladım geçenlerde.
“Anatomi kaderinizdir…”
İnsanın fiziksel, karakter özellikleri kaderlerini de bir
anlamda belirliyor. O zaman insan soruyor “Neden bu kadar farklı ve aynı
zamanda bir o kadar benzeriz?”
Biraz beynin çalışma şekline odaklanalım. Her şeyden önce
beynin çalışma mekanizması ile ilgili neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz.
Mesela görmeyi örnek alalım. Işık gözümüze girer, retinadaki
farklı renklerdeki hücreleri uyarır. Oluşan elektriksel ileti göz siniri
aracılığıyla beynin arka tarafındaki oksipital loba gider, görüntü oluşur.
Anlatması çok basit ama görüntü beynimizin içinde mi oluşuyor? Gözümüz kapalı ve
ışık olmamasına rağmen rüyada çok net bir görüntü görüyoruz. Beynimizin içinde
bir ekran olmadığına göre görüntü nerede? Görüntü dediğimiz şeyi ne
oluşturuyor, elektriksel ileti mi? Hangi moleküller?
Veya bir yüzü gördüğümüzde onu nasıl tanıyoruz. Mesela
yüzünü 30 sene önce gördüğümüz bir kişinin bilgileri beynimizin neresinde ne
olarak saklanıyor ve bu bilgiyi nasıl kütüphaneden alır gibi çıkarıyoruz.
Anlamışsınızdır, bu aralar nörobilime (neuroscience) merak
sardım. Maymun
beyninde oluşan nöral ileti hatlarının resmi oldukça karmaşık. İnsandaki ileti
hatları bunun yüzlerce kez daha karmaşığı… İşleri neden çözemediğimiz, var olan bir kod (gen ve proteinler) üzerinde keyifle eğlendiğimiz
çok açık değil mi? Mükemmel ötesi bir kodu anlamaya çalışıyoruz, daha bir şey
çözmüş değiliz.
Alzheimer’lı bir hasta anestezi aldığında bunama belirtileri
artıyor. Demek ki bozulmuş olan moleküler mekanizma daha da kötüleşiyor. Veya
beynin ön tarafının (frontal lob) etkilendiği durumlarda insanın karakteri
tamamen değişiyor. Hatta şöyle tepkilerle karşılaşıyorsunuz.
“Onu artık tanıyamıyoruz, bambaşka bir oldu çıktı!”
O zaman karakterin moleküler bir karşılığı olması lazım…
Tüm varlıklar arasında beyin olarak en gelişmiş olanı insanoğlu.
Vücudu ile beyin ağırlığı oranlandığında bunu görmek mümkün. Ayrıca beyninin
önemli bir bölümünü görme fonksiyonlarına ayıran da yine insan.
Tabi varlığını algılama, duygulanma, düşünce, mantık,
öğrenme gibi binlerce özelliğimizin beynin hangi alanlarında, nasıl oluştuğu
ise sorulardan sadece bir kaçı. Beynin çalışması sırasındaki yoğunluk
alanlarını gözleyerek veya bazı bölgelerini uyararak bazı bulgulara ulaşıldı.
Ama mekanizma tam bir muamma ve benim ve belki benden sonraki 3 neslin yaşam
süreleri boyunca açıklanabileceği şüpheli…
Bilimsel metodolojiye inanan ve ona göre açıklamalar yapan
bir cerrah-bilim adamı olsam da, yakın zamanda ameliyat sonrası ani kalp
durması nedeniyle 1 saat boyunca açık (yani hastanın göğsü açık iken kalbin el ile sıkılması) ve kapalı kalp masajı yaptığımız bir hastanın, hiç beyin
hasarı olmadan 15 gün sonra taburcu olmasını açıklamak için bilimden daha
fazlasına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Hayatınıza nice insanlar girip çıkıyor, özellikleri farklı
farklı… Çok disiplinli, aşırı evhamlı, sinir küpü, korkak, uysal vesaire
vesaire. Tüm bu özelliklerin bazı moleküler-genetik karşılıkları ve dengesi
olması lazım.
Freud zamanında genetik kod bilinmiyordu, bence o sözü şöyle
değiştirebiliriz;
“Genetik kodunuz kaderinizdir.”
Genetik kodunuzu kimin belirlediğine siz karar verin...
İnsan beyninin küçük bir bölgesindeki iletim ve ilişkiler ağı.
Yorumlar
Bunun haricinde yazı girişindeki "nasıl oluyor" kısmı çok düşündürücü olmakla birlikte kendi adıma televizyonda oluşan görüntünün uydudan nasıl taşınıp görüntü haline getirilebildiği ya da fotoğraf makinesindeki sensörlerin görüntüyü nasıl işlediği kısmı bile muammayken -kulağa basit gelen mekanizmadan bahsetmiyorum, bu mekanizmanın işleyişini aklımın almayışından bahsediyorum- bu ikisi arasındaki ilişkide hangisinin daha zor anlaşılabilecek olduğuna dair kıyaslamalı bir örnekle gidilse daha çarpıcı olabilirdi diye düşünüyorum.
Değerli hocam, kritiğimi mazur görünüz, saygılarımla.
Yusuf.
Tekrar teşekkürler