Bir An
Karşınıza bir hasta gelir. Konuşursunuz…
Ölümcül bir hastalığı vardır, belki birkaç hafta, belki birkaç
ayı vardır şu dünyada. Bir hekim olarak ne geçer aklımızdan? Çok genç veya
kendimizle özdeşleştirdiğimiz bir durum değilse, çoğumuzun hiçbir şey! Maalesef
böyle.
Oysa o karamsar sözleri sarf ettiğimiz an, o kişinin hayatı
için işte o andır. Yıllardır bir gün geleceğini bildiği, ama hep uzak gördüğü veda
gününün kendisini et kemiğe büründürdüğü andır.
Kim ne derse desin çoğumuz böyle bir konuşmaya hazır
değiliz. Hele ki şu modern dünyanın hızlandırılmış temposu içerisinde o an için
zihni hiçbir hazırlık yapmıyoruz.
50-60’lı yaşlarında birçok insan bir anda çıkan hastalık ile
hayatlarının alt üst olduğuna şahit oluyorlar. Oysa herkes 80-90’ında,
yatağında, sevdikleri yanında iken dünyadan ayrılmayı hayal ediyor.
Amerikalıların dediği gibi;
“S/he was ready to go… Artık gitmeye hazırdı…”
İşte o an gelmiştir. Tasavvufa göre insan bir an yaşar ve
zaman dediğimiz şey o anların aynı film kareleri gibi kesintisiz birleştirilmiş
halidir. Yani Allah-ü Teâla dünyayı her an yok edip tekrar yaratmaktadır.
…
Günümüzde zor hastalıkların yaşanması da çok profesyonel
oldu. Hemen kemoterapi, radyoterapi, ameliyat diyerek işe girişiyoruz. Her
şeyin bir tedavisi olmalı değil mi? Hastayı ve ona gerçekten ne yapılması
gerektiğini çok düşünmüyoruz. Elimizde rehber karar veriyoruz. E muhtemel yaşam
beklentisi verileri de var elimizde. Sordular mı, ortalama 6 ay yaşarsın
diyoruz… Ömrü de biçtik mi? Evet… Oysa karşımızdaki insan, hepimiz için olacak olan
o anı yaşayan bir kişi.
Çoğunlukla o ana hiç hazır değil, bazıları yarım hazır. Tam
hazır olanlar ise anekdotal diyelim. Can derdi sardı mı insanı, en güçlü
karakterlerin nasıl tarumar olduğuna şahit olursunuz.
Bazen gencecik bir çocuk karşınıza gelir. Günleri sayılıdır.
Kendi ağlar, annesi ağlar, babası ağlar. Sonra bir an cesaretini toplar, son
zamanlarını nasıl geçireceğini biliyor gibi kararlı bir şekilde konuşmaya
başlar… İçiniz buruktur, ama bir nebze olsun rahatlarsınız. O gencin gösterdiği
cesareti takdir edersiniz.
Böyle anlarda, kısa süreliğine de olsa profesyonel bir cerrah/hekim
olduğunuzu unutup tekrar insan olursunuz…
İnsan ömrü uzadıkça, yaşam şartları düzeldikçe, basit
ölümler azaldıkça, o an insanlara çok uzak görünüyor. Hiç gelmeyecekmiş gibi…
Tam da bu nedenle Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”,
iki genç şairi anlatan “Kelebeğin Rüyası” filmi çok bir şey ifade etmiyor
bizlere… Geçmiş yüzyılın hüzünlü hikâyeleri diye okuyup, bakıp geçiyoruz…
Geçenlerde akciğer kanseri ameliyatı olan Hülya Koçyiğit
yıllar önceki bir röportajında aklından hiç çıkmayan tek şeyin hayatının nasıl
sonlanacağı olduğunu ifade etmişti de, bir ünlünün böyle bir kaygısı olmasına
bayağı şaşırmıştım. Hayattan keyif almadığı belli oluyordu. Böyle bir teşhis
sonrası şimdilerde kendini o ana yakın hissediyordur.
Şiirlerin bir kıtası bazen tüm hayatı özetler… 77 yaşında
vefat etmiş olan üstat Necip Fazıl, 90 yıl önce yazdığı “Kaldırımlar (1928)”
şiirinde günümüzü güzel ifade etmiş;
“Yağız atlı süvari, koştur atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur…
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları…”
Atı koşturuyoruz, çatlatırcasına!!!
Koşturuyoruz bu muhteşem at gibi...
Yorumlar