Doğu, Şark, Orient!
Aslında üç kelimenin de anlamı aynı, ama söylenişlerinden
kast ettikleri şeyler farklı oluyor…
Doğu dediğinizde, fakir, geri kalmış ama gelişmek isteyen
bir bölge akla gelirken; Şark dediğinizde, katı muhafazakârlıkta ısrar eden,
değişime karşı gelen bir yer akla geliyor. Batılıların dilindeki Orient ise içinde
hafif mistik, biraz cinsel ögeler içeren, eğlenilecek ama parçası olunmayacak rüya
âlemini akla getiriyor.
Geçen hafta yolumuz yine Doğuya düştü… Doğu’nun ucu
diyeceğimiz Şangay’da ne kadar benzeştiğimizi, ne kadar ayrıştığımızı
gözlemleme imkânı buldum.
Doğu ile Batıyı birbirinden ayıran en önemli iki mesele ne diye sorsanız, ilk sıraya otorite algısını koyarım, ikinci sıraya ise kadının konumunu.
Doğu toplumlarının hepsinde, Orta Doğu, Hindistan, Çin,
Japonya, hatta Rusya’yı da bu listeye dâhil edebilirsiniz, en önemli özellik, patriarkal
bir yapının varlığıdır. Yani kıdemlinin, babanın veya aile büyüğünün sözünün,
kararının doğruluğu, yanılmazlığı ilkesi… Üç yıl önceki Japonya seyahatimde ve
kongrelerde karşılaştığım Japon arkadaşlarımda gördüğüm, yanlarındaki
hocalarına sanki bir ilahi varlıkmış gibi davranmaları, herhangi bir soru
sormaktan çekinmeleri ve her daim önlerinde saygıyla eğilmeleriydi. Aslında bu
ilme ve tecrübeye saygı olarak algılanabilir, ama aynı zamanda çok ince bir çizgi içeriyor. İş sorgulamamaya gelince, özgür
düşünce, yeniliklerin önünü açmak mümkün olmuyor. Her şey sorulmalı, sorulabilmeli ve cevabı da verilmeli.
Japonya teknolojik olarak çok gelişmiş, maddi olarak çok
zengin bir ülke olmakla beraber, bu toplumsal yapı nedeniyle en zeki gençleri ABD’yi tercih ediyorlar. Bir çeşit değişmez kast düzeninin
sonucu…
Kadının konumuna gelirsek, ne Çin, ne de Japonya’da kadın ön planda değil… Kadın erkeğin arkasında bir yerde; mesela Japonya’da bir
kadının Tıp Fakültesinde veya cerrahi bir Anabilim Dalında öğretim üyesi
olabilmesi neredeyse imkânsız! Aynı şey Çin ve Rusya içinde geçerli… Kadına
toplumsal bir rol belirlenmiş ve bu rol bir şekilde oynanıyor. Özellikle Çin ve Çinli kadınlar Japonlardan
çok çekmişler. İkinci dünya savaşında Şangay ve Nanjing’te Japonlar sistematik
olarak Çinli kadınlara tecavüz etmişler, yüzbinlercesine… Doğu toplumlarının
genelinde mutlu kadın oranı az, yüzleri pek gülmüyor.
Yukarıdaki her iki konunun, ülkelerin birbirinden
farklılıkları göz önüne alındığında, büyük oranda sosyokültürel olduğu anlaşılıyor.
Muhakkak ki din anlayışının da kısmen katkısı var.
Biz nereye düşüyoruz bu hazin tabloda…
Her işimizde olduğumuz gibi aralarda bir yerdeyiz, ne tam Doğulu,
ne de tam Batılıyız. Yine de yukarıdaki ülkelere göre her iki konuda da çok
daha iyiyiz.
Büyüğün sözünün geçerliliği, bizim toplumumuzda da önemli, ama saygı ayrı, ehliyet ayrı konu… Pozitif bilimde işleyen şey, yaşlılık, saygınlık, aile büyüklüğü değil, doğru bilgi ve işini iyi bilmektir. Burada bir avantajımız var. Batıya daha yakınız ve yüzyıllarca bir arada yaşamışız. Birbirimizden etkilenmişiz. Çok farklı sosyolojik kökenlerimiz var. Bunun sonucu olarak tartışmalarımız daha sert, uçlarda ama bir o kadar da Batılı ve toleranslı. Hemen her şeyi tartışıp konuşabiliyoruz. Gençlerimiz daha talepkârlar ve yeniliklere açıklar.
Cumhuriyetle yaşadığımız radikal toplumsal değişim, kadınların
önünü açmış ülkemizde. Belki haberiniz yoktur, ama Türkiye’de Tıp Fakültesi
öğretim üyelerinin yarısını kadınlar oluşturuyor. Ayrıca birçok alanda temayüz
etmiş kadınlarımız var, iş alanında, siyasette, sanatta, sporda. Ülkemizde kadının
rolünü bölgesel gelenekler ve dini inanışlar belirliyor.
Bir büyüğümüz çok güzel izah etmişti. Ülkemizdeki cemaat ve
mezheplerde kadın ile erkek ilişkisine mihenk taşı olarak kabul edilen düstur "Zinaya
yaklaşmayınız.” Hadis-i şerifidir. Bu Hadisten hareketle, bazı kabullerde kadın
ile erkeğin birbiriyle konuşması dahi haram hükmündedir. Oysa aynı
büyüğümüz Hz.Hatice’nin ticaret ile uğraştığını, Hz.Ayşe’nin ise devesinin
üzerinde savaşa gittiğini ifade etti. Dolayısıyla muhafazakâr camia, bu düsturu
günümüz şartlarına göre düzenlemek durumunda, ya da bir şekilde toplum onu doğal
süreci içerisinde düzenliyor. Bir kadının doktor, avukat, eczacı, bankacı
olması kötü mü oluyor, tam tersi muhafazakâr kesimimizin kadınları, erkekler
yerine okumuş kadınlarla irtibata geçme imkânına kavuşuyorlar… Ve tabii ki muhafazakâr
kesim artık kızlarını okutuyor… Öyle veya böyle topluma entegrasyonlarını
sağlıyor.
Günümüzde hakim olan iklimde doğunun değer yargılarının yüceliği
vurgulanıyor ve örneklerle, dizilerle anlatılmaya çalışıyor. Gençliğimde bu değerlerin yüceliğine kalben inanıyordum ve hala
içinde çok değerli unsurlar barındırdığını düşünüyorum. Ama bu inanç ve bağlılığın, sosyolojik ve bilimsel
gerçekliklerle dayanan özeleştirinin önünü kapamaması gerektiği kanaatindeyim.
Değerlerimizin yüceliğinden bahsederken, Hz.Ali ve
Hz.Muaviye taraftarları arasındaki Sıffin Savaşında 70 bin, Abbasiler ile
Emeviler arasındaki Zap savaşında 100 bin, Yıldırım ile Timur arasındaki Ankara
savaşında 70-80 bin, Yavuz Selim ile Şah İsmail arasındaki Çaldıran savaşında
20 bin yine Yavuz ile Memlük sultanı arasındaki Mercidabık savaşında 85 bin
kişinin öldüğünü unutmayalım. Ölen Müslüman, öldüren de Müslüman idi. Bu
savaşların kökeni dini konulardan ziyade, siyasi güç kavgalarıydı. Yani özeleştiri, uzlaşma ve siyasi çözümler yerine savaş tercih edilmişti. Yani yücelttiğimiz değerlerimiz birbirimizi öldürmemizin önüne geçemedi...
Batının özeleştiri ve gelişme felsefesini tamamen benimsemek
için, ahlaki değerlerimizi özümsememiz, Max Weber’in Batı’nın Doğu’ya kıyasla
neden hızlı ilerlediğini açıklarken belirttiği gibi çalışmanın, üretmenin ve
insana hizmet etmenin aynı zamanda bir ibadet olduğunu anlamamız gerekiyor.
Doğu körü körüne tabi olmakla değil, kadını ve erkeğiyle çalışarak, üreterek ve
eleştirerek Büyük Doğu olur…
Adı da Doğu kalır mı bilmem!
Çin'lilerin gönlüne taht kuran ve Çin'i dünyaya açan lider olarak gördükleri Deng Xiaoping Sosyalizm'in insanın zenginliğinin önüne geçmemesi gerektiğini söylemiş... Hatta "Zengin olmak bir zaferdir." sözü ona atfediliyor.
Son 20 yılda yabani otların bittiği tarlalardan dünyanın en önemli ticaret merkezlerinden biri haline gelen Şangay'ın Pudong bölgesi.
Deng Xiaoping (1904-1997)
Yorumlar