Unutulan Hassasiyetler
Modernleşme, kapitalizm esiri diye toplum düzenini
küçümsediğimiz ABD’de kulağınıza çok hoş gelebilecek bazı gündelik hayat
özellikleri vardır.
Mesela insanların özel yaşam alanlarına azami dikkat edilir.
İnsanın özel yaşam alanı çevresindeki 60 cmlik dairedir. Bir kişiye yanlışlıkla
dokunduğunuzda hemen özür dilersiniz. Bir başka insana jest olsa dahi dokunmak
için izin almanız gerekir. Bir şey istediğinizde muhakkak lütfen demeniz
beklenir.
Bunlar daha okul öncesi eğitim sırasında öğretilmeye
başlanır. Büyük oğlum ABD’de iki yıl süre ile yuvaya gidince, buraya döndüğünde
tam bir kültür şoku yaşadı. Türkiye’de çocukların birbirine enseye şaplak yapması,
doğal bir olgunlaşma ve büyüme süreci olarak görülüyordu.
Bu kuralların tamamı medeni, yani şehirli yaşamın
gerekleridir. Hâlihazırda 50 yaş üzeri İstanbullular neden öfkeliler? Çünkü
çocukluklarında alıştıkları şehirliliğin, medeniliğin iki nesil içerisinde
nasıl yok olduğunu gördüler. Şu anda ne şehirli, ne de taşralı, ne idüğü
belirsiz bir kültür var.
Medine, Arapça “şehir” demek. “Medeni” de şehirli manasına
geliyor.
Ülkemizdeki şehirleşme uzun bir hikâyedir ve hala
tamamlanmadı. 1923-1950 arasında şehirli oranı %18’den sadece %21’e çıkmış.
1950-1960 arası %21’den %35’e. Son 15 yılda %60’lardan %80’lere ulaştı. Modern
toplumlarda %95. Dolayısıyla daha şehirlere gelecek 7-8 milyon kişi daha var.
Şehirleşmeyi yönetmeyi, koordine etmeyi, son 100 yıldır hiç, ama hiç bilemedik,
beceremedik. El yordamıyla her işimiz…
Bu çarpık şehirleşme ve ortaya çıkan saçmasapan kültür bakın
hangi hassasiyetleri unutturdu bize;
Şimdilerde çok popüler olan ve model olarak gösterilen
(model mi bilemem, ama bence Osmanlı Padişahları arasında en Batı medeniyeti
taraftarı olanlardan birisi) Sultan II.Abdülhamid’e artan milliyetçi duygular
neticesinde “İstanbul’un Fethi’nin” kutlanması teklifi yapılır. Verdiği cevap;
“Rum asıllı vatandaşlarımız bu kutlamalardan rahatsız
olabilirler. O nedenle münasip değildir.”
1908’de İstanbul’da 250-300 bin Rum asıllı Osmanlı vatandaşı
yaşamakta ve günümüzdeki Yunanistan topraklarının önemli bir bölümü Osmanlı
toprağıdır. Yani verilen cevap bir başkasının duygularını düşünen, şehirli bir
tepkidir. Nitekim ilk Fetih kutlaması 1910 yılında yapılmıştır.
Osmanlı reklamı yapmaya gerek yok, ama dönem dönem çoğunluğu
dış dengeler ve İran ile çekişmeler nedeniyle olan bazı kötü uygulamaları dışarıda tutarsak, Osmanlı
padişahlarının neden dört halifeden üçünün adını almadıklarını hiç düşündünüz
mü? Yani çok sık verilen Ebubekir (Bekir), Ömer ve Ali isimlerini. Sadece Osman
ismi var, çünkü o da kurucunun ve devletin genel ismidir. Çünkü Osmanlı
toplumunda ekseriyetle Sünni olmakla beraber, Alevi’de vardır, Şii’de vardır,
Bektaşi’de vardır ve husumete yol açabilecek hassasiyetlere dikkat edilir.
O toplumda Müslüman olmayana “Gavur” dense de, “bilmem ne
dölü” denmezdi. İnsanlar şimdilerde infial uyandıran işlere imza atan kişileri,
nefret duygularını yönlendirdikleri milletlerle birleştirip, yazdıkça
yazıyorlar. Oysa her millette iyi ve kötüler var. Bizim topluma iyi-kötü insan
oranı üzerinden bir not verseniz kaç verirdiniz?
“Gamzedeyim deva bulmam” adındaki muhteşem güfte ve bestenin
kime ait olduğuna bir bakın. Acaba Türkçeyi bu kadar mükemmel kullanan Tatyos
Efendi (1858-1913) hangi toprakların, toplumun insanı?
Veya en güzel naatlardan (yani Peygamberimize övgü şiiri)
birisini (Dahilek Ya Resulallah – Sana Sığındım Ey Allah’ın Resulu) yazmış olan
Yaman Dede’nin (1887-1962) Müslüman olmadan önce kim olduğunu araştırın bakalım!
Değerli bir büyüğümüz, 1930’larda sevenleri ile birlikte
Beykoz taraflarında denize giriyor. Hanımlar bir tarafta, erkekler diğer
tarafta. Erkekler kıyıda daire oluşturmuşlar, sohbet dinliyorlar. O esnada iki
rahibe geliyor ve hanımların tarafına gidip, konuşan sakallı ve etkileyici
kişinin kim olduğunu soruyor. Hanımlar büyük bir âlim kişi deyince, merak edip
bazı sorular sormak istediklerini ifade ediyorlar. O kişinin yanına gidip
oturuyorlar ve hatırı sayılır bir süre sual ediyorlar. Daha sonra tekrar
hanımların yanına gidip “Bu kişi bir feylesof, feylesof!” diye hayranlıklarını
ifade ediyorlar.
1960’larda vefat eden çok değerli bir büyüğümüzün
torunlarını tanımak nasip oldu. Bizzat işittim ki, o değerli insan basit bir pazar
alışverişi yaptığında dahi aldıklarının görünmemesi için azami dikkat
gösterirmiş.
Bu örneklerin hepsi medeniliğin kabuğunda değil, içinde
olmanın ne demek olduğunu çok iyi anlatıyor.
Şehirlilik, temelde başkasının hakkına hukukuna riayet etmek
ve saygı göstermektir. İsmet Özel çok güzel söylemiş;
“Hak yemek, sol el ile yemek yemek kadar dikkat çekmedi bu
ülkede!”
Şehirlilik; komşusuna önem vermektir, insanların
hassasiyetlerini düşünmektir, farklılıkları kabul etmektir.
Şehirlilik; saygı, estetik, nezaket, görgü, kısacası
kaliteli yaşamdır.
Tüm bu hassasiyetler artık uçup gidiyor, çünkü şehirlilik
esas olarak evde ve daha sonra okulda öğrenilir. Bir arkadaşımın tabiriyle
insan üç nesil sonra şehirli olur. Daha birinci nesildeyiz!
50 yaş üzerindekiler, İstanbul, Bursa, Diyarbakır, Edirne, Eskişehir, Harput, İzmir, Antalya gibi illerin eski hallerini hatırlarlarsa, en azından insani ilişkiler ve saygı açısından medeniliğin ne olduğunu gördüler, çünkü şehirli olan ile olmayan onların zamanında bu kadar birbirine girmemişti…
Beşiktaş'taki Barbaros bulvarının yapılışı. Yıldız Sarayının bahçesinin hatırı sayılır bir kısmını götürmüş bu yollar...
Eski Diyarbakır. Surların dışında hiç bir yerleşim yok. Ne kadar güzel bir yerdir Sur içi... Ziya Gökalp'de orada yaşamış, Cahit Sıtkı'da...
Yorumlar
Düzen medeniyettir,
Medeniyet bireydir...