İstanbul Boğaziçi Köprüsünden Atlayarak Yaşamına Son Verdi!

Gazetelerde yer alan haberlere göre son üç asırdır üst üste gelen, son 30 yılda iyice ağırlaşan sorunlarına dayanamayan İstanbul, Boğaziçi Köprüsünden atlayarak kendisini Boğaz’ın serin sularına bıraktı. Cesedi Ataköy’de yüksek binaların önündeki sahile vurdu.

Yetkililer bu beklenmedik intiharın sebebini araştırıyorlar. Farklı senaryolar üzerinde duruluyor;

Yıllardır sara hastası olan, titremeler şeklinde nöbet geçiren İstanbul’un Türk doktorların tedavisinden memnun olmadığı belirtildi. Son çare olarak başvurduğu Japon doktorun, uygulanan tedavilerin çok yetersiz olduğunu, geçireceği ağır bir sara nöbetinin İstanbul’un kemiklerinin kırılması ve dilini ısırarak koparması ile neticelenebileceğini söylemesi üzerine, bu korkunç tecrübeyi yaşamak istemeyen İstanbul intiharı seçmiş olabilir.

Bir başka yetkili ise özellikle son asırda damar hastalıkları, çıbanlar ve istenmeyen kıllarla mücadele eden İstanbul’un sağlıksız yaşam ortamı ve obezite nedeniyle deri sarkmalarının çok olduğunu, bunları düzelttirmek için sayısız plastik cerrahiler geçirdiğini ifade etti. Her şeye rağmen yüz ve gerdan güzelliğini koruyan İstanbul’un, kesi izleri ile dolu vücuduna baktığında sağlıklı bir yaşlılık görüntüsünden ziyade bir botoks ve plastik cerrahi faciası görmesi üzerine, ölümün soğuk yalnızlığını tercih etmiş olabileceği düşünülüyor.

Güzel vücudunun kan ihtiyacı olabileceği düşünülerek doktorları tarafından çok sayıda kan nakli yapılan İstanbul’un verilen kanlar sonucunda graft versus host (yani nakil edilen dokunun vücudun aleyhine çalışması) hastalığına tutulmuş olabileceği üzerinde duruluyor. Depoda 100 ml olan A Rh (-) grubu kanın, İstanbul’a verilmesinin akabinde 300 ml’ye çoğaldığı, ama İstanbul antijenleri yerine hala kanı veren Anadolu antijenlerini taşıdığı anlaşılmıştır. Çok ağrıya neden olan graft versus host hastalığına dayanamayan İstanbul, intihar ederek acılarına son vermek istemiş olabilir.

Damarlarındaki hücrelerin aşırı çoğalması nedeniyle beynindeki konuşma ve anlama bölgesine pıhtı atan İstanbul, “Ne dirsen agam”, “Ha pu araziye imar verursen sene dört apartman dairesu taha veriruz”, “yaaao feysden layklamazsan benim için davnsın” şeklinde gaipten sesler duymaya başlar. Bu seslere dayanamayan İstanbul, anne babasından öğrendiği şekilde konuşmaya çalışır, fakat bir türlü doğru kelimeler ağzına gelmemektedir. Bu şekilde konuşmayı onuruna yediremeyen İstanbul, kendisini köprünün parmaklıklarından aşağıya bırakıverir.

Yıllardır kendisini tedavi eden doktorların doğru ilaçlar vermek yerine, geçici rahatlama sağlayan ve yan etkileri çok olan ilaçları verdiğini fark eden İstanbul, doktorların esas derdinin yaşlı vücudunda sağlam kalmış 2B ve orman bölgeleri üzerinde kendilerinin ürettiği maddelerle ve başkalarının ilaçlarıyla bazı denemeler yapmak olduğunu anlamış gibi duruyor. Kendisini teslim ettiği doktorların bu ihanetine dayanamayan İstanbul, cesedinin az da olsa güzel görünmesini istemiş olabilir.

Konuşulan en muhtemel senaryo ise İstanbul’un bu tercihini çocukları nedeniyle yapmış olabileceği… Çocuklarını düzgün Türkçe konuşan, saygılı, bilgili, kültürlü, şehirli insanlar olarak yetiştirmek isteyen İstanbul, onların mahallede, çarşıda, okulda sürekli dayak yediklerine, yaralandıklarına, güvenliklerinin sağlanmadığına şahit oluyormuş. Hatta sorumluların kendisine “bu kadar sorun olur, sizinki de idare etsin; ufak tefek yaralanmalar normal; biraz hakkını arasın; tuttuğunu koparsın” demesi üzerine çocuklarından birini Anadolu’da sakin bir bölgede, diğerini ise yurt dışındaki bir yatılı okula verip güvenceye almış. Sonrasında gelecekte olabileceklere şahit olmak istemeyerek hayatına son vermiş olduğu ifade ediliyor.

Ataköy sahiline vuran cesedin cebinden şu not çıktı:

“Sizleri terk ettiğim için çok üzgünüm. Beni genç ve güzel halimle hatırlayınız!”



İstanbul'un güzel yüzünün altında büyümüş olan çıbanlar...

Yorumlar

Popüler Yayınlar