Kalpleri Kazanmak

Başlığı özellikle seçtim. Geçenlerde karşılaştırmalı din tarihçisi Karen Armstrong’un “Muhammad – A Prophet For Our Time / Muhammed (as) – Çağımızın Peygamberi” kitabını bitirdim. Karen Armstrong 1990’lı yıllarda “A History of God – Tanrının Tarihi” kitabıyla ön plana çıkmıştı. ABD’de yaşadığım yıllarda o kitabın önemli bir bölümünü okumuştum.

71 yaşındaki İngiliz kadın yazar Karen Armstrong, 11 Eylül sonrası ortaya çıkan medeniyetlerin çatışması ve İslamofobi karşısında, Hz.Peygamberi ve İslamiyeti objektif bir şekilde değerlendiren, Batı dünyasına aksettiren birisi olarak biliniyor. Bununla beraber Bill Maher, Richard Dawkins ve Sam Harris gibi ateist ve İslam karşıtı aktivistler tarafından da İslam’a karşı yumuşak bir yüz sergilediği için kıyasıya eleştirilir. Karen Armstrong, muhafazakâr bir Katolik olarak yetişmiş iken, daha sonra liberal ve mistik bir Hristiyanlığı benimser.

Bu kadar arka plan bilgisinden sonra, ne okullarda, ne de sözlü tarihimizde çok söz edilmeyen (eminim akademik olarak gayet iyi biliniyordur) ama muhteşem olarak nitelediğim ve Armstrong’un kitabında vurgulanan bazı noktaları yazmak istiyorum.

Kitap Hz.Peygamber’in hayatını anlatıyor ve en önemli kaynaklarından biri de ilk İslam tarihçisi olarak kabul edilen Muhammed İbni İshak’ın “Siret-i Resulallah” eseri. Hemen her olaydan önce, Cahiliye dönemi olarak nitelendirilen İslam öncesi Arapların bazıları onurlu, ama çoğu haksızlık, küstahlık ve zalimlikten ibaret olan gelenekleri anlatılıyor ve Hz.Peygamber’in aldığı tavır, kurmak istediği düzen ona göre karşılaştırılıyor. Hz.Peygamber’in hayatının genel hatlarını hemen her Müslüman gayet iyi bilir, ama kitapta bazı olayların arka planı çok net bir şekilde analiz edilerek okuyuculara sunuluyor.   

Bence bu hadiselerin ilki Hz.Peygamber’in hicret kararı. Nübüvvetin gelişi neredeyse 10 yıl olmuştur ve Hz.Peygamber’in insanlara tebliğ etmeye çalıştığı İslam dini ve yerleştirmek istediği yaşam düzeni Mekke’de ve şehrin hâkimi Kureyş kabilesinde çok sınırlı bir destek bulabilmiştir. Medinelilerin ilgisi iki sene üst üste Hz.Peygamber’e iletilince, o zamanki Araplar için belki de en düşünülmeyecek olan şey yapılır ve aile, aileden önemlisi ait olunan kabile terk edilerek hicret edilir, yani sahipsiz ve korumasız, geleceği güvenli olmayan bir yola çıkılır. Bu o devirde cesaret edilemeyecek bir harekettir.

İkincisi ise Bedr savaşından sonra esirlere karşı alınan tavır. Alışılmış olan, Arap kabileleri arasındaki savaşlardan sonra kazanan tarafın, kaybeden tarafın yaralı ve ölülerinin vücutlarını kesip parçalaması, esirlerin ise öldürülmesi veya işkence edilmeleriydi. Ama Hz.Peygamber, bu geleneği yerle bir ederek ölülerin gömülmesi ve esirlerin ise serbest bırakılması veya kefaret ile salınmasını emreder. Yani geçmişin vahşi geleneğine karşı çıkar.

Üçüncüsü ise Hendek savaşından sonra Medine’de kalmış olan Beni Kurayza Yahudi kabilesine karşı ne yapılacağı. Daha öncesinde Beni Nadir ve Beni Kaynuka Yahudi kabileleri yaşanan sorunların sonucu olarak anlaşma ile mal mülklerini alarak Medine’yi terk etmişlerdi ve hatta bunu bir şov şeklinde yaptıklarından hem Ensar hem de Muhacirler Hz.Peygamber’e karşı bu konuda farklı görüş beyan etmişlerdi. Nitekim Beni Nadir kabilesi daha sonra Müslümanlara karşı Hayber Yahudileriyle işbirliği yapacaktır.

Hendek savaşı esasen Medine’nin 10 bin Kureyşli tarafından kuşatılmasından ibarettir ve 1 aydan uzun sürer. Hem lojistik hem de hava şartları nedeniyle kuşatma sona erer, ama kuşatma sırasında Medine içerisinde küçük bir kalesi olan Beni Kurayza Yahudileri Kureyş ile işbirliği yapar. Ensar ve Muhacirlerin çoğu eski Arap adetlerinin uygulanmasını ister ve Hz.Peygamber istemeyerek buna onay verir. Neticede 700 Kurayza erkeği idam edilir, kadınları ve çocukları köle haline getirilir. O dönem için çok normal görülen bu cezalandırma, günümüzde tabii ki çok vahşidir. Hz.Peygamber bu cezalandırmadan çok rahatsız olur. Çünkü uygulanan ceza, getirmek istediği düzen ve barışın tam tersidir, cahiliye dönemi adetlerinin insanların içinde yeniden kabarmasıdır.

Bence en etkileyici olan ve amacı çok güzel ortaya koyan hadise ise Hudeybiye antlaşması… Hac görevi yapmak için silahsız olarak yola çıkan Müslümanlar, Kureyşlilerce Mekke dışında durdurulur ve girişlerine izin verilmez. Sonuçta şartları Arap geleneklerine göre kabul edilemez olan bir antlaşmaya imza atılır. Hem de Hz.Peygamber’in ismi Abdullah oğlu Muhammed olarak zikredilerek. Hz.Ömer bu antlaşmanın imzalanmasına çok sinirlenir ve tepki gösterir. Başlangıçta utanç verici bir geri adım gibi görülen bu antlaşma, İslamiyet’in Arap yarımadasındaki kabilelere çok daha yaygın bir şekilde tebliğ edilmesinin ve güçlenmesinin yolunu açar ve 2-3 yıl içerisinde Mekke neredeyse savaşılmadan Müslümanların eline geçer.

Hz.Peygamber kendi hayatında İslam’ın manasını Allah’a karşı teslimiyet olarak temsil etmiştir. Yaşamın her aşamasında hayatın geçiciliğini, dünyada insanların birbirine karşı sevgi ve saygı duymasını ve günün her saatinde çeşitli vesilelerle Allah’ı hatırlamasını düstur olarak koymuştur. Kendi özel hayatında bunun en önemli örneklerini verir. Menfaat, inanış ve gelenekler karşısında kavga etmeyi, savaşmayı değil, kalpleri kazanmayı amaçlamıştır, öyle olmasa Medine’de kendisine ve ailesine en ağır hakaretleri eden, dedikoduları çıkaran Abdullah İbni Ubey’in yaşamasına göz yumar mıydı?

Hz.Peygamber sonrası İslam tarihinde Cahiliye dönemi adetlerine geri dönmekten kaynaklanan çok acı örnekler varken, buna mukabil Hz.Peygamber’in gerçek mesajını hakkıyla anlayan sahabiler, Şah-ı Nakşibend, Hz.Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli gibi sayısız yüce insanlar yetişmiştir.   

Hristiyan bir yazarın gördüğünü bizim haydi haydi görmemiz lazım… Belki hayal gibi gelecek ama 6 milyar insanın yaşadığı, kendini Müslüman olarak adlandıran 1,5 milyar insanın bulunduğu ve hiç durmadan birbirini yiyen dünyamızda, hırslarımızı biraz frenlesek, kimseyi şucu bucu diyerek dışlamasak, kalpleri kazanmaya çalışsak, Hz.Peygamber’in gerçek mesajını daha doğru anlamış oluruz.

Unutmayalım ki Hz.Peygamber sadece bir kişiydi…


1880'lerde Medine...

1890'larda Mekke ve Kabe. 600'lü yıllarda kimbilir nasıldı?

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Ali Rıza Çatal
Karen Armstrong’un “Muhammad – A Prophet For Our Time / Muhammed (as) – Çağımızın Peygamberi" adlı kitabını okumadım. Ama siz o kadar güzel özetlemişsiniz ki, insan okumuş kadar oluyor. Kitabın ana mesajını maddeler halinde verdikten sonra, kendi yorumunuzla noktayı koymuşsunuz. Yüce Peygamberimiz çağının en ileri düşünen aydınıydı. Şüphesiz bugün yaşıyor olsaydı yine en ileri, en insani düşünceleri savunuyor olurdu. Biz müslümanların temel çıkmazı, 21. yüzyılda, 6.yüzyıldaki güzel örneklerden bile doğru çıkarımlar yapamamaktır. Gerçek din alimleri bu gidişi durduracak cesur adımlar atmazlarsa, korkarım ki sizin de andığınız, Şah-ı Nakşibend, Hz.Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli gibi gerçek Müslümanların kemikleri sızlayacak.
h dedi ki…
Hocam yorumunuz için çok teşekkürler. Maalesef günümüzde her şey sığlaştı. Derinliğine inmek veya manasını anlamaya çalışmak çağımızın insanına çok zor geliyor. Bu da insanlığımızdan bir şeyler koparıyor. Doğal olarak sığ, inceliklere vakıf olmayan, eski tabirle ham yobaz ve kaba softa insanlarda her şeyiyle ön plana çıkıyorlar. Ne diyelim Allah gözlerimizi ve kalplerimizi kapatmasın...

Popüler Yayınlar