Sınırlı Sorumlu ve Dış Güçler
Dün tarihimizin en büyük katliamlarından birini yaşadık…
İntihar saldırısı psikolojisini adli psikiyatrların açıklaması lazım, zira
bizim gibi normal insanların havsalası bunu almıyor…
Sonrasında olanları ve genel görüntüyü şöyle bir gözden
geçirelim.
Son yıllarda Sağlık Bakanlığı afet koordinasyonu açısından
çok modern ve güçlü bir örgütlenme oluşturdu. Bununla beraber, ilk ambulansın
geliş saatini bilmesem de, görüntülerden dünkü olayda ambulansların geciktiği
gibi bir his uyanıyor. Görgü tanıkları da yarım saatlik bir süreden
bahsediyorlar. Çünkü bazı hastaların otobüs, midibüs, hatta arabalarda
taşındığı görülüyor. Belki olayın vahameti ilk anda anlaşılmadı. Ama yine de
50’ye yakın ambulansın olay mahalline gelmiş olması, 15-20 yıl öncesiyle
karşılaştırıldığında çok büyük bir gelişme… Sonrası zaten acil müdahale
işlemleri ki, personellerin hepsi bu konuda iyi eğitimli…
Peki kan temini ile ilgili kargaşayı anlayanınız oldu mu?
Aslında konu basit… Kızılay Kan Merkezinde yeterli kan var. Ama Üniversite hastanelerinde kan bitiyor…
Çünkü bazı hastanelere onlarca yaralı gidiyor. Ciddi kan ihtiyacı oluşuyor.
Bacağı kopmuş ve 3 litre kanamış bir hasta için en az 4-5 ünite kan vermeniz
gerekir. O anda 5 hastaya A Rh(+) kan istediğinizde ameliyathane veya Kan
bankası personelinin 20-30 ünite kanı kolaylıkla ameliyathaneye
yetiştirebileceğini mi düşünüyorsunuz! Birçok hastanede bu transferleri
sağlayan 1-2 personel var. Hangi birine yetişsin? Kaldı ki Üniversite
hastanesinde A Rh (+) kan bitmek üzere olduğunda Kızılay Kan Merkezinden
gelmesi, Acil servis ve ameliyathaneye taşınması tam bir lojistik problem.
Hafta sonu bu işler için 2-3 personelden ibaret olan bir insan gücünden
bahsediyoruz. Muhakkak başka servislerden adam kaydırılmıştır, ama aynı anda
acil kan ihtiyacı olan 10 hasta olsa, en az 20 kişilik bir insan gücünün çok
hızlı ve koordine çalışması gerekir. Çünkü sadece kan taşınmıyor, bu hastaların
yapılacak birçok başka işi oluyor, serumu, malzemesi, görüntülemeye götürülmesi
vs.
ABD’de böyle felaketler için tatbikatlar yapılır… Biz de bu
tatbikatların hiç yapılmadığına emin olabilirsiniz. Sadece didaktik eğitim
seminerleri verilir. Bu birimlerde çalışan personellerin çoğunun da taşeron
firmalar aracılığıyla istihdam edildiklerini unutmayalım.
Yazdıklarımdan yardımcı sağlık personellerine yönelik bir
suçlama getirdiğim zannedilmesin. Tam tersi tüm bu yetersizliklere rağmen,
sağlık personeli bu durumlarda fedakarane çalışır. Mesai vs dinlemez, hastaları
için her şeylerini ortaya koyarlar. Buradaki sorun sistem ve eğitim sorunu…
Başlıktaki sınırlı sorumlu lafı, basın toplantısı düzenleyen
ilgililere ve o toplantılarda ön sırada oturan bazı bürokratlara yönelik.
İnsanoğlu idareci ise bir işten ya sorumludur, ya da değildir. Yani hamilelik
gibi, yarı hamilelik olmaz… Böyle terör olaylarından, bombacıların sızmasından
veya sağlık hizmetlerinin koordinasyonundan kim sorumludur? Sıralayalım mı?
Emniyet istihbarat ve İl Sağlık Müdürlüğü; sonra İçişleri
Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığındaki ilgili müdürlük ve silsilenin yukarılarında Bakanlar,
en nihayetinde Başbakan…
Tıp Fakültesi Dekanlığı yaptığım dönemde öğrencilerimize
fakülte içinde bir sorun olsa ve Allah korusun birisi hayatını kaybetse,
sorumluluk önce bana ait olur diye az uykularım kaçmamıştı. Nitekim bir
öğrencimiz depresyon nedeniyle hastane binamızdan atlayarak intihar etmişti.
Ama bu bizim engelleyeceğimiz bir şey değildi.
Fakültede tavanın çöktüğünü ve öğrencilerden birinin
yaralandığını düşünelim, kim sorumlu? Teknisyen mi? Binayı yapan müteahhit mi?
Yapı işleri daire başkanı mı? Bence önce Dekan, sonra da Üniversite Rektörü.
Böyle düşünmek cerrah kültürümüzden geliyor. Cerrah dediğin
hastanın hastaneye yatışından çıkışına kadar her şeyinden sorumludur.
Personelin yanlış hareketinden de, hatta anestezide çıkan sorundan da. Çünkü
hasta önce Allah’a, sonra doktoruna kendini emanet ediyor.
Bizlerde güvenliğimiz ve sıhhatimiz için bizi yönetenlere
güveniyoruz! Güvenmeye çalışıyoruz… O zaman sınırlı sorumluluk yok, tam
sorumluluk var… Ülkemizde bürokrasi bir sorun çıktığında konuyu öldürmeyi çok
güzel başarır. Zaten mevzuatta buna göre hazırlanmıştır. Çünkü anayasa ve
yasaları da bürokratlar hazırlamıştır. Sivil anayasanın neden bu kadar önemli
olduğu böyle durumlarda ortaya çıkıyor!!!
Japonlar gibi sorumluluğun iliklere kadar hissedildiği bir
“gurur ve onur” toplumu olmadığımız için, konu ya öldürülür, ya da dış güçlere
atılır…
Dış güçler çok sık başvurduğumuz bir bahanedir. Oysa 1000
yıldan daha eskiye dayanan ve milyonlarca kişinin ölümüne yol açan Şii-Sünni
kavgasını, Amerikalılar veya Avrupalılar çıkarmadı. Kuyucu Murat Paşa ve Celali
İsyanları zamanında daha Amerika kıtası yeni keşfedilmişti, Avrupa otuz yıl
savaşlarından ve veba salgınlarından inim inim inliyordu. Celali İsyanlarında
65 bin kişinin öldürüldüğü ve isyanın bastırıldığı söylenir. Tahta çıktığı
zaman, çoğu bebek yaştaki 19 kardeşini boğduran İsveç kralı değil, III.Mehmet
ti. Padişah Genç Osman’a önce tecavüz edip sonra öldürenler de İngilizler
değildi… 16 Haziran 1826’da Padişah’a biat etmeyen yeniçeri ocaklarını (haklı gerekçeyle)
topa tutup 6000 yeniçeriyi öldüren ve adını da Vaka-i Hayriye (Hayırlı vaka)
koyanlar Fransızlar değildi. Yakın tarihe baktığımızda seçilmiş Başbakanına
düşük deyip utanmadan prostat muayenesi yapan, sonra da asanlar Almanlar
değildi… Daha binlerce örnek bulabilirsiniz.
Dünkü olayı kimlerin gerçekleştirdiği ortaya çıkacaktır.
Canlı bombalar TC uyruklu çıkarsa şaşırmam. Onları gaza getiren, planlattıran,
yardım eden muhakkak başka güçler vardır, ama olsun gaza gelmeyeceksin, gaza
gelenleri tespit edeceksin ve gaza getirilecek ortamı hazırlamayacaksın…
Önce bin yıllık tarihimizin sadece şanlı taraflarını görüp
kendimizi gaza getirmeyeceğiz, çuvaldızı kendimize batıracağız, sorumluluğumuzu
bilip karşılığını vereceğiz ve modern bilimsel ve etik değerlere bağlı
kalacağız... Yoksa olur böyle vakalar Türk polisi yakalar sözünü daha çok
duyarız…
Yorumlar