Eleştiriye Açık ve Objektif Olmak
Az-orta gelişmiş toplumların en önemli sorunlarından biri eleştiriye kapalı olmak. Eski Cumhurbaşkanlarımızdan rahmetli Turgut
Özal son konuşmalarından birinde aynen şöyle söylüyordu:
“ABD toplumunun en önemli özelliklerinden biri her fikrin
özgürce ifade edilmesidir. İfade özgürlüğünün de garanti altına alınmış
olmasıdır.” Yıl 1993.
Zekâsıyla çağının çok ötesinde bir adamdı. Allah rahmet
eylesin.
ABD’de çalıştığım dönemde en ufak eleştirilere dahi çok
alındığım ifade edilmişti. Çünkü öyle yetiştirilmiştim. Eleştiriye kapalı!
Oradaki kalışım sırasında, ara vererek 2 ay Türkiye’ye
geldim. Geri döndüğümde yine alıngan tavırlarıma ve biraz da bilmiş havalarıma
devam ettim. Ama bir gün nasıl olduysa aklım başıma geldi:
“Ben buraya bir şeyler öğrenmeye geldim, niye direniyorum…
Ne deniyorsa öyle yapmalıyım ve eleştirileri kabul edip düzeltmeye
çalışmalıyım.” diye düşünmeye başladım. Sonrasını eski yazılarımda
paylaşmıştım.
Türkiye’ye döndüğüm 2000’li yılların başlarındaki kısır
tartışmaları ibretle izlerken, günümüzde dahi eleştiriye kapalı
olduğumuzu, olaylara bakış açımızı değiştirebilirsek anlayabiliriz.
Eleştiriye ne kadar kapalı olduğumuzu bazı örneklerle
aklımıza getirelim;
Dini veya başka duygularla birçok yardımlar yapılıyor,
paralar toplanıyor. Çoğunlukla güven esasıyla. Oysa bu ülkede kaç tane sahtekârlık
oldu bu konuyla ilgili. Bu para toplama işleri ya devlet ya da bağımsız bir
şekilde denetlenen kurumlar aracılığıyla yapılmalı diyemiyoruz veya dediğimizde
hemen din veya kutsanmış ideolojilerin düşmanlığıyla suçlanıyoruz… Aynı şey İtalya’da
da var. İtalya’nın en büyük bankası Kiliseye ait ve sorunları herkes biliyor, ama alenen eleştirmekte zorlanıyorlar…
Felaket bir şekilde şehirleşiyoruz. Canım İstanbul’un tüm
ormanlarını tehlikeye atıyoruz. Kimse yeni bir havaalanı veya boğaz geçişi
ihtiyacını inkâr etmiyor. Ama şehrimizin akciğerlerini yok ederek bu işi
yapmaya çalışmıyor muyuz? Kule kule evler yapıyoruz, Tevfik Fikret’in İttihat
ve Terakki’de yozlaşmayı eleştirmek için dediği gibi;
“Yiyin
efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca,
çatlayıncaya kadar yiyin!”
Şehri
yağmalıyoruz. Bina yapıp yol yapmıyoruz, eleştirince ülkenin gelişmesinin
önüne engel çekmeye çalışan, Alman ajanı oluyoruz.
1930’lu yıllara özlem duyan ülkemizin en eğitimli ve okumuş
kesimi çok mu eleştiriye açık! Şimdi eleştirdikleri kesimler için medeni bir
şehirleşmeyi gerçekleştirme ve eğitim süreçlerini düzenleme derdi taşımadıkları
için böyle çarpık bir göç ve şehirleşmenin oluşmasında hiç mi payları yok.
Eleştirildiklerinde hemen Köy enstitüsü gibi köylüyü köyde eğitmek tarzı sosyolojik
garabetleri savunmaya geçen ve ülkedeki her hatayı sağ kesime bağlayan
aydınlarımız. Planlı şehirleşme (arsa üretme vs), okullaşma, servetin
paylaşılması, toplumsal uzlaşma vs gibi konularda köylü kesim mi planlama yapacaktı? Demek ki
eğitimli ve aydın kesimimiz de çok eğitimli ve aydın değilmiş!
Kongrelerde, toplantılarda kalkıp soru sormak çok yetersiz. Çünkü daha eğitilirken soru sorma ve merak etme özelliklerimizi bastırarak yetiştiriliyoruz. Aynısını Rusya’da gözlemledim. Hocalarından onay almadan soru dahi soramıyor, zavallı genç insanlar.
Kongrelerde, toplantılarda kalkıp soru sormak çok yetersiz. Çünkü daha eğitilirken soru sorma ve merak etme özelliklerimizi bastırarak yetiştiriliyoruz. Aynısını Rusya’da gözlemledim. Hocalarından onay almadan soru dahi soramıyor, zavallı genç insanlar.
Güzel mimari eserler vermişiz. Ama hala Osmanlı tarzı
mimariyi kutsayan ve eleştirene;
“Siz o büyük atalarımızdan daha mı iyi bileceksiniz?”
diyenler, acaba atalarımızın verdiği eserlerin büyük çoğunluğunun Rum Ortodoks
mimarisi olduğunun farkında değiller mi? Süleymaniye ile Ayasofya ne kadar
birbirlerine benziyor oysa! Biraz eleştiriye açık olalım değil mi?
Televizyonlardaki tartışma programlarını izlemeyin, ama
izlediğinizde insanların eleştiriye ne kadar kapalı olduğunu, en ufak bir
eleştiri de karşısındakinin sözünü bitirmesine fırsat vermeden cevap vermeye
çalıştığını gözlemlemiyor musunuz?
Rahmetli Özal’ın en büyük katkılarından biri televizyonlarda
siyasi liderle yapılan açık oturumların önünü açmasıydı…
Eleştiriye açık olmak, işin sırrı bu! En azından
çocuklarımıza bunu kendi tavırlarımızla göstererek işe başlayabiliriz…
1993 yılında bir açık oturum programı, Rahmetli Turgut Özal, Necdet Calp ve Turgut Sunalp. Özal'ın "Köprüyü satarım" sözü toplantıya damgayı vurmuştu.
Yorumlar