Taşları Doğru Döşemek
Bir binanın en önemli yeri temelidir. Temel zayıf ise binanın
ayakta kalma şansı yoktur. Bir şeyin temelinin güçlü olması aslında her şey
demektir. Eğitimden, altyapıdan, insani ilişkilere kadar her şey başlangıçta
sistemi ve süreci nasıl kurduğunuz ile alakalıdır. Düşünelim, kasıtlı olmasa da
bazen bir sözümüz yıllar süren kırgınlıklara, yanlış algılara sebep olabilir.
Yükseköğretim ve üniversite sistemi ise eski köprülerde olan kilit
taşı kadar kritik öneme sahip bir eğitim bölümüdür. Bu konuda ülkemizde çok
yetkin ve yeterli akademisyenler var… Bu sistemin düzeltilmesi için çok kafa
yorulmuş, yazılması ve söylenmesi gereken hemen her şey yazılmış ve
söylenmiştir. Gel gelelim bu kilit taşının ne olduğu konusunda anlaşılamamış ve
İstanbul Üniversitesinin eski Rektörü Yunus Söylet hocanın söylediği gibi;
“2010 sonrası
yükseköğretimde, dünyadaki örneklere uyarak siyasi
bir kararla elit eğitimden kitle eğitimine geçildi. YÖK de bu karara uygun
olarak üniversitelerin öğrenci sayısını arttırmaya ve yükselen talebi eritmeye
çalıştı. Bir kaç yılda bu kapasite artışı üniversitenin kapasitesini hızla
aştığı, öğrenciler amfilere sığmamaya, sosyal imkânlar yetersiz kalmaya başladığı
için bu sıkıntılar YÖK' e sayısız kez iletildi, sonuç alınamadı.”
…
Baltimore’daki
Johns Hopkins üniversitesi ABD’nin ve dünyanın en önde gelen üniversite ve Tıp
fakültelerinden biridir. Bu kurumdaki çocuk cerrahisinin kurucularından Alex
Haller (1927-2018) dün evinde huzur içerisinde vefat etti. Kendisi çocuk
cerrahisi branşının müstakil olarak kurulması ve çocuklarda travma ve göğüs
şekil bozuklukları konusunda dünya çapında tanınmış bir cerrah idi.
Kendisi
ile yapılan ve bir nevi akademik biyografi niteliğindeki 117 sayfalık
röportajın büyük bölümünü okudum. İngilizce bilen ve tıbbi terimlerden
anlayanlara hararetle tavsiye ederim. (https://www.aap.org/en-us/about-the-aap/Pediatric-History-Center/Documents/Haller.pdf)
1940-50’li
yıllarda Amerika’da taşra bir kasabadan çıkıp yolunun önce Vanderbilt, daha
sonra nasıl Johns Hopkins üniversitesine vardığını çok akıcı bir dille
anlatıyor. Üniversiteye adını veren Johns Hopkins, Hristiyanlıktan köken almış değişik
bir din sayılabilecek olan Quaker inanışına sahip iş adamıdır. Quaker’lar
Tanrı’nın aşk olduğunu ve her insanın içinde Tanrıdan bir şeyler olduğuna
inanıyorlar. Johns Hopkins, 1894-1895’te açtığı Tıp Fakültesine, büyük dörtlü
diye adlandırılan, Dekan patolog William Welch (1850-1934), öncü ve yenilikçi
tıp eğitimcisi William Osler (1849-1919), cerrahi şefi olarak efsane cerrah
William Halstead (1852-1922) ve kadın doğumcu olarak Howard Kelly’i (1858-1943) işe alır. Kurum baştan doğru
kurgulanmıştır.
Johns
Hopkins hastanesine mali kaynak sağlayan ve yönetimde sözü olan Garrett ailesi
Tıp Fakültesine alınacak öğrencilerde şu şartı koşarlar;
“Alınacak
her öğrencinin Latinceye ek olarak en az iki yabancı dil (okuma ve yazma)
bilmesi gerekmektedir.”
Nitekim
Johns Hopkins ilerideki yıllarda Alfred Blalock, Helen Taussig gibi çok ünlü
hekimlerin çalıştığı bir kurum olacaktır. İlgilenenler bu konuda “Something the
Lord Made-2004” filmini seyredebilirler.
…
Bu 117
sayfalık röportajda daha neler var. Ama biz gelelim ülkemizdeki duruma.
İngilizce
Tıp fakültelerinde öğretim üyesi olabilmek için şart koşulan dil seviyesi,
öğretim üyeliğine başvurduğumda 100 üzerinden 90 idi. 94 almıştım. Nitekim bu
seviyeyi tutturmak için ya kolej, ya da iyi bir Anadolu lisesi mezunu olmak
gerekiyordu. Bu seviye 8 yıl önce 80’e düşürüldü. Belki ileride 70’e düşürülür.
Hatta bazı öğretim üyelerinin önerdiği gibi yabancı dildeki fakülteler tamamen
kaldırılabilir. Bu ayrı bir tartışma.
Yakın
zamanda yapılan değişiklikle doçent olabilmek için istenen yabancı dil seviyesi
de 65’ten 55’e indirildi. Aslında yapılan Yunus hocanın ifade ettiği gibi
sadece öğrencilerde kitle eğitime geçmek değil, öğretim üyeleri seviyesinde de
kitle öğretim üyesi yetiştirmeye geçmektir. Tabi bu seviyede dil bilen bir kişi
öğretim üyesi olarak adlandırılabilecekse. En azından dil bilmenin elzem olduğu
Tıp gibi branşlarda…
…
Maalesef
taşları çok kötü döşüyoruz. Bu kadar kötü döşememizin nedeni de toplumsal
gelişmişlik seviyemiz ve sosyolojik yapımız. Taha Akyol “Bilim ve Yanılgı”
kitabında gayet güzel ifade ettiği gibi Batı’da bilim burjuva sınıfının ve
sermayesi olan kişilerin talebi sonucunda gelişmiştir ve gelişmeye devam
etmektedir. ABD’de veya Avrupa’da sermaye birikiminin özel sektör veya devlet
eliyle muhteşem okullar üretmesi gibi. Ülkemizde şimdilerde özel üniversiteler
ve okullar açılıyor. Bazıları da çok kaliteli ama sayıları hala sınırlı ve vizyonları geniş değil. Kamu
sektöründeki elit kurum anlayışından vazgeçildiği için önümüzdeki 30 yılda kamu
Üniversitelerimizin kendine gelmeleri iyi bir nesil yakalamaları mümkün
olmayacaktır.
Ne
ekerseniz onu biçersiniz… Hangi eğitim seviyesinde adam alırsanız o seviyede
öğretim üyeniz olur…
…
Dünyanın birçok yerinde bu deneyim yaşanmış…
Okumuş insanların yaşadığı bir mahalleye çok aykırı kişiler
taşınmaya başladığında, ilk başlarda bu farklılıkların ortadan kalkacağı ve
birbirine alışacakları düşünülmüş. Hatta böyle karma mahalleler teşvik edilmiş.
Ama bir müddet sonra görülmüş ki, o mahallenin yerli sakinleri başka
mahallelere gitmeye başlıyorlar, diğer kişilere alışamıyorlar.
Şöyle bir geleceğe doğru baktığımda aklıma aşağıdaki tablo geliyor.
Önümüzdeki yıllarda üst seviyede öğretim üyelerinin olduğu
yeni üniversiteler oluşacak. Arkalarında birinci-ikinci-üçüncü lig
üniversiteler olacak. Daha sonra birinci ligdekiler bizde süper lig olmak
istiyoruz deyince, o öğretim üyeleri kendilerine ya yeni bir üniversite, ya da yorulduk
diyerek marifete gerçek manada iltifat edilen başka diyarlar arayacaklar.
Kaliteli kurumlarımızı korumak, kurallarını doğru koymak,
esnetmemek, imkânlarını geniş tutmak ve hassas bir vazo gibi bakmak zorundayız,
aksi tavır önümüzdeki 30 yılımızı yakmak demek…
Dr.Alex Haller (1927-2018)
Baltimore'daki John Hopkins Üniversitesinin tarihi kubbesi...
Yorumlar