Umudu Yönetme Sanatı...
Hekimlik ile umut arasında çok yakın bir ilişki var. Hekim
umut vermesi gereken kişi olarak görülüyor. O beklenti ile gidiliyor.
Umut kelime anlamı olarak güven duygusunu içeriyor, oysa
ümit genel bir beklenti anlamına geliyor.
Bir abimizin ifadesiyle insanlar “can zorluğu çekerken”
hekime başvuruyorlar, özellikle de ciddi bir hastalıkları olduğunda.
Hekimleri ve umudu, sörfçülere ve üzerinde süzüldükleri dalgalara
benzetirsek hekimler çoğunlukla dalgaların üzerinde güvenle ilerliyorlar. Ama
bir de okyanus sörfçüleri var ki, bazen dev dalgaların altında kalıyorlar,
hatta hayatlarını kaybedenler oluyor.
Gelin umudun nasıl yönetilmesi gerektiğine bir bakalım…
Yaşama içgüdüsünün çok güçlü olduğunu ve moda tabirle
fabrika ayarlarımızın hayatta kalma üzerine programlandığını unutmayalım. Yani
umut etmek ve hekimden ümitvar bir konuşma beklemek çok insani.
Ama aynı zamanda gerçekçi olmak gerekmiyor mu? Bazen kötü
bir şey söylemektense sessizlik her şeyi ifade ediyor.
Tedavilerin kabul görmesi için etkinliklerinin olabilecek en
güvenli şekilde ispatlanması gerekiyor. Bu da ancak bilimsel çalışmalarla
mümkün. Yani bir ilaç veya yöntem önce hayvanlarda, sonra bir grup insanda ve
sonra da yine insan üzerinde etkin olduğuna inanılan başka bir ilaç veya yöntem
ile karşılaştırıldıktan sonra geçerlilik kazanıyor. Bu aşamalardan geçmeden
geçerlilik kazanan mucize yöntemlerde yok değil, ama “evreka” diyerek bulunan mucizevi
yöntemlerin büyük çoğunluğu 20. Yüzyılda dönemlerini tamamladılar.
Bir diğer konu ise yeni denenen yöntemin ne kadar güvenli
olduğu. Yani dünyada %1-2 riskle yapılan bir yöntemin yerine %10-20 riskle
yapılacak bir tedavi kabul edilebilir mi?
Mesela akciğer veya yemek borusu kanserleri. Ne yaparsak
yapalım günümüzde iyileştirebildiğimiz hasta sayısının sınırlı olduğu bilmemiz
lazım. Bu zor hastalıklardan iyileşenler Allah’ın kendilerine ikinci bir hayat
verdiğini unutmamalılar. İlerlemiş hastalığı olan bir hastaya gereksiz ameliyat
yaptığımızda onun sınırlı yaşam süresini daha da kısaltıyoruz. Umut için sadece
cerrahi tedaviler zorlanmıyor, bitkisel tedavilerde çok kullanılıyor. Bunların
yerine bilimsel çalışmalarda denek olarak yer almak daha mantıklı… En azından
umudumuzu bilimsel verilere bağlamış oluyoruz. Böyle çalışmaların riskleri de
yok değil. Yakın zamanda yeni denenen bir ilacın yan etkisi nedeniyle Fransa’da
bir kişi hayatını kaybetti, beş kişi de ise hayati tehlike ortaya çıktı.
Organ nakli (akciğer, kalp, karaciğer, böbrek, yüz, kol vs)
çok popüler bir yöntem. Ölüme yakın veya hayatı çekilemeyecek hale gelmiş
kişiler için tek kurtuluş reçetesi. Ve organ bağışlamak çok kutsal, herkesin
tereddüt etmeden yapması gereken bir fedakârlık. Bununla beraber konuşulmayan birçok
unsurları var. Böbrek ve kalp en başarılı nakiller, onları karaciğer ve akciğer
takip ediyor. Akciğer nakli ile nefes alamayan bir kişiyi boğulmaktan kurtarıyorsunuz.
Ama 5 yıllık başarısı dünyanın en iyi merkezlerinde dahi %60 (ve bu oran son 20
yılda çok değişmedi), yani 10 hastanın 4’ü maalesef bu süre içerisinde kaybediliyor.
10’uncu yıla ulaştığınızda bu oran daha da düşüyor ve başka yan sorunlar
çıkmaya başlıyor. Ayrıca hayat boyu kullanılması gereken bağışıklık sistemini
baskılayan ilaçlar var...
Yani nakil sizi iyileştirmiyor, hayatınızı kurtarıp size
zaman kazandırıyor. Bu süre bazı hastalarda on yıllara çıkabiliyor. Ayrıca bu
sürede yeni tedavi yöntemlerinin bulunma umudunu da taşıyorsunuz.
Bunlar organ yetmezliği olan kişiler için alınacak riskler,
çünkü yaşam ile ölüm arasında bir tercih yapıyorsunuz. Hatta yüzü bakılamayacak
kadar zarar görmüş kişileri de anlıyorum. Korkulacak bir çehre ile yaşamak işkenceden
bile ötesi. Ama bir kolunuzun yokluğu… Günümüzde çok gelişmiş protezler varken,
niye hayat boyu bağışıklık sisteminizi baskılayan ilaçlar kullanasınız? Bu
konuda ülkemizde ve dünyada en ileri merkezlerden biri olan Akdeniz
Üniversitesi ve Prof.Dr.Ömer Özkan çok dikkatli davranıyorlar. Bilmem farkında
mısınız?
3-4 yıldır yüz ve kol nakli yaptıkları hasta sayısı iki elin
parmaklarını geçmez. Oysa her yıl yüzlerce hasta gördüklerine eminim. Yani yüz
ve ekstremite nakline uygun hastaları dikkatle seçiyorlar.
Dünyada ilk yüz nakli yapılan Fransız kadın hasta (Isabelle
Dinoire), yeni yüzünden çok memnun. Ama aldığı ilaçların yan etkisiyle, diyabet
ve tansiyon hastası oldu… Ayrıca bu ilaçlar nedeniyle uzun dönemde lenf ve
başka organ kanserleri geliştirme riski de genel topluma göre çok daha yüksek. Isabelle Dinoire’ın yüzünün ameliyat öncesi
fotoğraflarına baktığınızda, yüzünün bakılacak hale gelmesinin diğer tüm
risklere bedel olduğunu anlıyorsunuz.
Hastanın ve hekimin memnun kalmaları için hem hasta
seçiminin, hem de tedavinin uygun olması lazım. Burada da hekimlik yeteneği ön
plana çıkıyor, yani doğru hastaya umut olmak ve umut veren tedaviyi ustalıkla uygulamak.
Buna umudu yönetme sanatı diyebiliriz…
2007 yılında dünyada ilk kez yüz nakli yapılan Isabelle Dinoire'ın ameliyat öncesi ve sonrası fotoğrafları. İşlemin sonucu alınan tüm risklere değer gibi duruyor...
Yorumlar